Bizler  yaklaşık bin yıldır çeşitli tarihlerde Anadolu’ya gelip yerleşmiş,  burada devlet kurmuş, kök salmış Özbekler, Kırgızlar, Türkmenler,  Kazaklar ve Azeriler olarak siz Türk kardeşlerimizi burada görmekten çok  büyük mutluluk duyuyoruz. 
 
 Önemli bir teşekkürü de atlamadan ifade etmek istiyorum. Kentini 2023  yılında Avrupa Kültür Başkenti yapmak üzere, vizyonunu turizm ve kültür  odaklı olarak yeniden tanımlamaya çalışan, ilini tüm yerel aktörle  birlikte çok daha ileri götürmeye çalışan bir valimiz burada. Mardin  Valisi Hasan Duruer. Hepinizin bildiği gibi önce toplantının Mardin’de  yapılması planlanmıştı. Fakat birçok teknik sebepten ötürü yaklaşık bir  ay kala İstanbul’a alınması gerekti. Hem teşriflerinden ötürü hem de  desteklerinden ötürü teşekkür ediyorum. 
 
 Bir de Mardin’i belki yarın daha iyi tanıyacağız. Çünkü “Kültürel  Farklılıktan Kültürlerarası Diyaloğa: Mardin Örneği” başlıklı bir  oturumumuz olacak. Burada “Mardin Örneği”nin Türk Dünyası için Türklerin  hoşgörüsü ve medeniyet anlayışı açısından nasıl bir proje olduğunu,  nasıl başarılmış bir proje olduğunu da hep birlikte yakından gözlemleme  fırsatı bulacağımızı düşünüyorum. 
 
 Toplantımız ile ilgili mesajlarımı çok kısa tutacağım. Sovyetler  Birliği’nin dağılması ile birlikte, hepimizin bildiği gibi 11 Eylül  2001’e kadar, tek kutuplu Amerika Birleşik Devletleri’nin tek süper güç  olduğu izlenimi ile bir dünya şekillendi. 11 Eylül 2001’den sonra  dünyada görüldü ki aslında bu çok inandırıcı ve doğru bir kanaat  değilmiş. Bu aradaki on yılı birçok ülke dolu dolu geçirmiş. 11 Eylül  2001 sanki bir örtüyü kaldırdı ve önümüzdeki dönemin “çok boyutlu” bir  güç sistematiği içerisinde şekilleneceğini bize gösterdi. Tabi biz 90  ile 2000 arasını, Türkiye olarak özeleştiri yapmak gerekirse, çok kötü  geçirdik. Ama 2000’lerden sonra başladığımız toparlanma içerisinde,  bugün dünyada çok önemli bir yere doğru gitmeye çalışıyoruz. Hem bir  bölgesel güç, hem bir küresel aktör, hem de dünya devleti olarak  tanımladığımız bir Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda daha da güçlenerek  oluşması için herkes kendi rolünü iyi oynamaya çalışıyor. Tabi TASAM da  sivil - entelektüel düşünce alanında bu sürece bazen aktif, bazen de  proaktif olarak katkıda bulunmaya çalışıyor. 
 
 Bu çok boyutlu güç sistematiği bizim için, Türk dünyası için ne ifade  ediyor? Şüphesiz bu büyük rekabet dünya tarihinde eşi görülmemiş bir  rekabet. Dolayısı ile bugün benzer donanımlara ve benzer güçlere sahip  küresel teknoloji ve iletişim imkanı içerisinde çok büyük güçler başta  olmak üzere herkesin başını döndürmüş durumda. Herkes bir ya da iki  bilinmeyenli denklemlere göre politika üretmeye alışmış iken, bugün çok  boyutlu politika üretmenin olağanüstü zorlukları hatta kaosu ile karşı  karşıya… Keza birçok önemli devlet ve kurumun sivil ya da resmî  temsilcileri ile görüşmelerimiz oluyor ve bu izlenimi elde ediyoruz. 

 
 Bu çok boyutlu güç sistematiği içerisinde Türkiye’nin ve Türk dünyasının  birlikte el ele, karşılıklı saygı - sevgi içerisinde, karşılıklı  menfaatler içerisinde birliktelikleri ve bir kültür havzası  oluşturmaları, siyasi - ekonomik birçok alanda mümkünse entegrasyona  gitmeleri çok büyük önem arz ediyor. Dünyanın çok boyutlu olarak  şekillendiği bu dönem içerisinde, dünyadaki insan kaynağı başta olmak  üzere, birçok enerji kaynağının ve potansiyel pek çok kaynağın da yine  Türk dünyasında olduğunu görmek, bu rekabetin ne kadar ağır ve acımasız  olacağını da gösteriyor. Tabi burada bize düşen; son yirmi yıldaki  hatalarımızdan ve iyi yaptığımız işlerden, hem olumlu hem olumsuz,  hepsinden tecrübeler ve dersler çıkararak mümkün olduğunca reel politik  zemine oturan kalıcı - sağlıklı kurumsallaşmış ilişkili biçimini  geliştirebilmemizdir. 
 
 Tabi devletlerin bu süreçte ortaya koymuş oldukları iki irade var.  Burada ben bunu çok önemsiyorum. Bir tanesi, Türk Dili Konuşan Ülkeler  İşbirliği Konseyi’nin kurulmuş olması. Buna şimdilik dört Türk devleti  resmî olarak üye. Türkmenistan ve Özbekistan da sürece belli ölçülerde  katılıyorlar. Fakat sürece resmî olarak katılmış değiller. Önümüzdeki  zaman dilimi içerisinde tabi kendi takdirleri ile üye olacaklarını  zannediyoruz. Devletlerin ortaya koyduğu bu irade çok önemli olmakla  birlikte, başarısı; toplumlar arasındaki kamu diplomasisi dediğimiz,  kurumların ilişkilerinin ne kadar güçlü olduğu ya da olacağı ile doğru  orantılı. Yoksa devletlerin ortaya koyduğu bu iradenin  kurumsallaşamayacağını, ne yazık ki söylemek zorundayız.
 
 Çünkü üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları, en  önemlisi iş adamları ve onların örgütleri, sportif - sosyal kurumlar  arasında yatay ilişkiler ne kadar güçlenir, içerik ne kadar dolar,  ticaret hacimleri ne kadar büyür ise devletlerin ortaya koymuş oldukları  bu irade de o kadar güçlenir diye düşünüyorum. Bir diğer irade ise  Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendi iç dinamikleri ile almış olduğu bir  karar. O da TBMM’den geçerek yasalaşan ve bugünlerde kuruluş  çalışmaları devam eden, sanırım 2011 yılında aktif olarak toplum önüne  çıkacak olan, Dış Türkler Başkanlığının kurulmuş olması. Dünyanın her  yerindeki Türk vatandaşları ve Türk soylu kardeşlerimizle ilgili önemli  çalışmalar yapacak olan bu kuruma ve Türk İşbirliği Konseyi’nin temel  ruhuna, bu forumun sivil - entellektüel bir katkı olmasını diliyor ve  ifade ettiğimiz bu iradelerin başarılı olabilmesi için de sivil  inisiyatiflerimizin başarısının çok önemli olduğunun altını çiziyorum. 
 
 Bir diğer husus ise benim özellikle son yirmi yılda yapılan  çalışmalardan çıkardığım derslerden birisi, Türk dünyası ile ilgili  yapılan çalışmalarda rollerin tanımlanmamış olması. Yani toplantılar  yapılıyor, sivil hayat bir arada, resmî hayat bir arada. Resmî kişiler  toplantılara gelmesin, sivillerin toplantısına katılmasın anlamında  değil, kimin ne rol oynayacağı net olarak tarif edilmediği için  serzenişim. Yani entelektüellerin, sivillerin, düşünürlerin, sivil  toplum kuruluşlarının, düşünce kuruluşlarının, devletin, üniversitelerin  ve herkesin rolünün çok iyi tanımlanması gerekiyor. Yoksa herkesin bir  arada olduğu, ortaya çıkan neticeyi kimin yürüteceği konusunda  belirsizliğin olduğu süreçler bizlere birçok faydasız toplantının  yapıldığı gibi birçok faydasız sonucu çıkardı geçmişte. 
 
 En büyük temennimiz ve isteğimiz, bu toplantının da bu bilinçten yola  çıkarak kurumsallaşması ve önümüzdeki yıllarda hep birlikte alacağımız  kararlar ile güçlenerek kardeş Türk devletleri ve toplumları içerisinde  dönüşümlü olarak bu rolün karşılıklı başarı ile yerine getirilmesidir.  Tabi Türk diasporaları ile ilgili en önemli nokta; temel konseptte,  sanırım Türk diasporalarının bulunduğu ülkelerdeki yani bağımsız Türk  devletleri dışında bulundukları ülkelerdeki temel duruşlarının, bağlı  oldukları ülkelerin en saygın, en çok vergi veren, topluma en çok  üretimi yapan insanlar ve kurumlar olması gereğidir. Çünkü onlar, o  ülkeler nezdinde ne kadar itibarlı, ne kadar kredili ve ne kadar güçlü  olurlarsa, Türkiye’nin ve Türk devletlerinin gücü kuvveti - kuvveti aynı  oranda büyük olacaktır diye düşünüyorum.  Bu onların hem vatandaşı  oldukları devletlere sadakatlerinin gereği, hem uluslararası hukukun  gereği, hem de medeni ülkeler arasındaki karşılıklı ilişkilerin  gereğidir. Bu olgunluk içerisinde hareket eder ve bunu daha da  güçlendirirsek; Türk diasporalarındaki büyük gücün aynı zamanda  Türkiye’nin de gücü olarak dünyaya yansıyacağını düşünüyorum. 
 
 Bir diğer mesele de bu Ermeni sözde soykırım meselesi. Bundan özellikle  Azerbaycan ve Türkiye çok büyük sıkıntı çekiyor. Azerbaycan’ın  topraklarının yüzde yirmisi işgal altında ve bizimle ilgili süreçler  zaten biliniyor. Sözde soykırımın 100. yılı olan 2015’te, Ermeni  diasporaları bütün dünyada belli neticelere ulaşmak niyetinde. Bu  anlamda iş birliğine ve bazı ortak çalışmalara da ihtiyaç olduğu  kanaatindeyim. Çünkü Ermeni diasporalarının ortaya koyduğu çalışmalara  yönelik kişisel kanaatim; devletlerin yapacağı çok fazla bir şey yok.  Yani görünürde yapacağı bir şey yok. Sivil toplumun sivil diasporalarla;  benzer içerikli çalışmalar yaparak ama medeni hukuk içerisinde,  herhangi bir çatışmaya ve şiddete yol açmadan, kendi araçları içerisinde  mücadele etmesi gerektiğini ya da o kişilerle diyalog kurularak  anlatılması gerektiğini ve 2015’e doğru giden süreçte Türk  diasporalarına önemli bir görev düşeceğini düşünüyorum. 
 
 Bir diğer nokta ise Özbekistan ile Türkmenistan’ın Türk Konseyi  anlaşmasına henüz katılmamış olması. Belki Türkmenistan daha sıcak,  benim gözlemlerime göre, fakat Özbekistan’ın katılması biraz daha zaman  alacak. Ama onların da kendi hassasiyetlerine ve kendi güvenlik  endişelerine saygı duyarak ve empati yaparak yaklaşmamız gerektiği,  onların da bu sürecin içerisine hızlıca katılmalarının çok sağlıklı ve  faydalı olacağı kanaatindeyim. 
